Kur’an Nasıl Bir Kitaptır -1



Kuranı kerim semavi bir kitaptır. İnsanların saadeti için ve Allaha giden yolu bulmak için Allah tarafından en son peygamberi olan Muhammed b. Abdullah’a nazil olmuş. Kur’an İslam Peygamberinin ebedi mucizesidir. Bu kitap 23 sene buyunca vahiy yoluyla tedrici olarak Allahın resulüne nazil olmuş. Resulü Ekrem kur’an’ın ayetlerini insanlar için okurdu. Bu ayetler cazibeli nitelikli oluşları insanları kendine cezp ediyordu. Kuran 114 sureden oluşur bu surelerin toplamı yaklaşık 6205 ayet kapsamaktadır. Bütün bu ayetler yaklaşık 77807 kelimeden oluşmaktadır. Bu kelimelerden 45653 kelimesi Mekki ve 32154 kelimesi de medenidir.[1] Kur’an’ı kerim insanları hidayet etmek için gönderilen semavi kitapların en son kitabıdır. Bu nedenle insanları Allaha doğru hidayet eden en son ve en kâmil kitaptır. Kuranı tarif etmek için kuranın kendisine müracaat etmek gerekir. Kurana müracaat ettiğimizde şunu görmekteyiz ki bu kitabın kendisi, kendisi için bazı özellikleri ve nitelikleri sayıyor. Bu niteliklerin her birisi kur’an’ın hakikatinin bir bölümünü beyan ediyor. Söz konusu özelliklerden bir kısmı şöyledir:
“Bu kitap hiç şüphe götürmeyecek bir şekilde takva sahibi olan kimseleri hidayet eder”. Bu ayeti kerimede kur’an kendisini öyle bir şekilde tanıtıyor ki onda hiçbir kapalı nokta yoktur. Tarihsel şahitler ve dokümanlara müracaat edersek kuran dışında bu şekilde çok ilginç konuşan hiçbir kitabı bulamayız. Buna binaen kur’an’ın ilk sıfatı şudur: Kuran öyle bir kitaptır ki kendisinde bertaraf edilmeyecek karanlık ve müphem olan bir nokta bulunmamaktadır.
Ondan sonra “bu kitap muttaki olan kimseler için kılavuzdur” der.[2]
“Kur’an’ın bu ayetleri rabbiniz olan Allah tarafından basiret vericidir, hidayet eder ve yakinle iman eden kimseler için hidayet ve rahmet kaynağıdır”.[3]
Başka bir ayette şöyle buyuruyor:
“Bu Kur’an, insanlar için kalp gözleri (konumundaki bir nur), kesin olarak inanan bir toplum için de bir hidayet ve bir rahmettir”[4]
“…Artık size elçimiz (Muhammed) gelmiştir. O, kitabınızdan gizleyip durduğunuz gerçeklerden birçoğunu sizlere açıklıyor, birçoğunu da affediyor. İşte size Allah’tan bir nur ve apaçık bir kitap (Kur’an) gelmiştir. Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir”[5] Bizim peygamberimiz semavi kitapların hakikatlerinin ekseriyetini ki gizliyordunuz aşikâr etti. Sizin için gelmiş ve hali hazırda açıklanması maslahat olmayan birçok şeyleri de göz ardı ederek açıklamamıştır. Evet, Allah tarafından bir nur ve açık bir kitap sizler için geldi. Allah onun bereketiyle Allahın hoşnutluğuna tabi olan kimseleri selamet yoluna doğru hidayet eder. Kendi düsturuyla insanları aydınlığa doğru götürecektir. Onları doğru yola doğru hidayet etmek için kılavuzluk yapar.
Bu ayetlerde kur’an’ı tanıtan birkaç nokta saklıdır:
Bu kitap hidayet, rahmet, basiret ve nur kitabıdır.
Kendisinde hiç kapalılık olmayan bu kitaba müracaat eden her kes hidayet bulacaktır. Bu kitap nezdinde muttakin, iman ehli ve yakine sahip olan kimselerinin yüksek makamları vardır. Allahın Resulü açık bir şekilde kendisinin getirmiş olduğu kitabı kabul etmeyenleri “tahaddi” çağırmıştır. Yani kur’an’ın kendisi kendisinin değil Allahın kitabı ve benim ve beşer denen hiç kimse böyle bir şeyi getirebilecek yetiye sahip olmadığını söylüyor ve eğer buna inanmıyorsanız siz kendiniz böyle bir kitabı getirmek için kendinizi deneyebilirsiniz. Ama biliniz ki cinler ve insanlar birbirine sırtını dayatsalar ve birbirine yardımcı olsalar bile bunun gibi bir şey getiremeyeceklerdir diyor:
“De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler”.[6]

[1] Bkz. Sayt-i danışname-i mevzui kuran vabestei bı merkez ferheng ve maerifi kuranı kerim.
[2] Bakara 2.
[3] Araf, 203.
[4] Casiye, 20.
[5] Maide, 15-16.
[6] İsra, 88.

Kur’an Nasıl Bir Kitaptır -2



Bu ayeti kerime açık bir şekilde dünyadakilerin bütünü; küçüğünden tutun büyüğüne kadar, Arabından tutun farsına kadar, hatta insan olmayıp akıllı varlıklar (cinleri), ilim adamlarını, filozofları, edebiyatçıları, tarihçileri, üstün zekaya sahip olanları ve… istisnasız olarak hepsini buna davet etmiştir. Şöyle buyuruyor:
Eğer kuran Allahın kelamı değil de beşerin kelamı olduğunu düşünüyorsanız sizde insansınız, sizde ona benzer bir kitabı getirin.
Bu tür davet akait ulemalarının ıstılahında “tahaddi” denilmektedir. Bu türden olan davet (yani karşı çıkıp iddiayı kabul etmeyenlerden istenilen bu tür davet) her mucizenin rükünlerinden bir rükündür. Nerede böyleli bir tabir ortaya çıktığında açık bir şekilde anlıyoruz ki bu konu mucizelerdendir.[7] Kuran çok geniş konular ve çok geniş anlamlar getirdi. Getirmiş olduğu bu konular ve anlamlar daha sonra felsefeciler, hukukçular, fıkıhçılar, ahlak uleması, tarihçiler ve…gibi farklı ilimlerin alimleri için ilham kaynağı oldular. Kuranı kerim insanın Allah ile ilişki ve irtibat kurma bağlamında en güzel açıklamalar getirmiştir. Kuran Tevrat’ı ve İncili tasdik ediyor. Ama bu kitaplarda tahrif gerçekleştiğini ve bu kitaplarda hain olan beşerin el oynadıklarını da bildirmiştir. Kura tahrif edilmiş olan bu iki kitabın teolojik anlayışında, peygamberler kıssalarında ve koyulmuş bazı kurallarda var olan yanlışlıkları düzeltmiştir. Kuran Allah’ı güreş tutuyor gibi yanlış anlayışlardan, peygamberleri, peygamberlere yakıştırılan yanlış ve yakışmaz şeylerden ki önceki kitaplarda beyan edilmişti tenzih ediyor. Bunun kendisi bile bu kitabın hak olduğuna dair bir başka delildir.[8]
İslamın başından günümüze kadar Müslümanlar kur’an’a yönelik benzersiz bir önemlilik addetmişlerdir ki onların kur’an’a yönelik vermiş oldukları bu önemlilik onların kur’an’a olan aşkın göstergesidir. Kuranı kerim resul-i Ekrem döneminde peygamberin tayin etmiş olduğu –vahyin kâtipleri olarak tanınmış- grup vasıtasıyla yazılıyordu. Bunun yanı sıra kadın ve erkek, küçük ve büyük demeden Müslümanların ekseriyeti ya kuranın bütününü ya kuranın bir kısmını veya bazı surelerini ezber yapıyorlardı ve namazlarda ve namaz dışında okumasını sevap bilirlerdi. Onu okumaktan zevk alıyorlardı. Kur’an okumaları ruhlarının aramış bulması için bir kaynak konumunda idi. Müslümanların kurana olan aşk ve ilgileri edebi ve akli gibi bir kısım ilimlerin vücuda gelmesine kaynak oldu. Kuran olmamış olsaydı bu ilimler vücuda gelmezdi. Kuranı kerim sahip olduğu yöntem benzersizdir. Kuran yöntemi ne şiirdir ne nesir. Şiir değildir zira kafiyesi ve vezne sahip değildir. Kuranın sahip olduğu yöntem ve üslup ne geçmişte benzeri vardı ne de gelecekte böyle bir üsluba sahip bir kitap olacaktır. Yani ne daha önce bu üslupta konuşmuş ve ne sonra kuranın mübarezeye davet etmesine rağmen kimse onunla rekabet edebilir veya ona taklit ederek benzerini getirebilecektir.
Özetle: Her asrın Müslümanları bulundukları asırda sahip oldukları fikirsel ve pratiksel imkânlarına uygun bir şekilde kur’an’a yönelik olarak taşıdıkları aşk ve şevkin tesiri altında kuran ile alakalı çalışmalar yapmışlardır. Kuranı öğrenmek, ezberlemek, üstatların yanına gidip diz çökerek onu okumak, kuran bağlamındaki tecvit ilmini öğrenmek, kur’anı tefsir etmek, kuranın lügatlerini açıklamak ve şerh etmek, bu hususlarda kitapların yazılması bu çalışmalarının birer örneğidir. Hakeza kuranın ayetlerini, kelimelerini, hata kuranın tümünde kullanılan harflerinin sayılması, kuranın anlamları üzerinde dakik düşünmek ve hukuki, ahlaki, sosyoloji, felsefi, irfani, ilmi ve… [9]gibi konularda kurandan ve bu bağlamdaki ilimlerden istifade etmeleri gibi çalışmalar da bu bağlamda değerlendiriliyor.

[7] MEKARİMİ ŞİRAZİ, Nasır, “Tefsiri Nümüne”, baskı, 1, Tahran: Darul-Kutubil İslamiye, 1374, c. 2, s. 274.
[8] MUTAHARİ, Murtaza, “Mecmuai Asar”, baskı, 4, Tahran: Sadra, c, 2, s. 212 – 213.
[9] A.g.e.

Muhkem ve Müteşabih Ayetler



Kur'an'ın müteşabih ayetler içermesi bir zorunluluktur. Bir ayette bulunan benzeşme durumunun da, bir başka ayette bulunan muhkemlik durumuyla ortadan kaldırılması kaçınılmazdır. Böylece, Kur'an'ın müteşabih ayetler içermesi yol göstericilik ve açıklama özelliğiyle bağdaşmadığı şekilde ileri sürülen problem de ortadan kalkmış oluyor.

1- Kur'an ayetleri iki kısma ayrılırlar: Muhkem ve Müteşabih. Bu husus, bir tek ayetin benzeşen (müteşabih) bir medlul kapsayıp kapsamadığı ile ilgilidir.
2- Muhkem ve müteşabih ayetleriyle birlikte Kur'an'ın tümü için bir tevil söz konusudur. Tevil ise, sözel kavramlar türünden bir şey değildir. Tam tersine zihin dışı objektif bir olgudur. Bu olgunun açıklanan bilgiler ve amaçlarla bağlantısı, örneklenenle örnek arasındaki bağlantı gibidir. Buna göre, Kur'an'ın içerdiği tüm bilgiler, Allah katında bulunan teviller için verilen birer örneklerdir.
3- Arınmış olanların, yâni ilimde derinlik kazananların tevili bilmeleri mümkündür.
4- Kur'an'daki açıklamalar, bilgi ve maksat olarak öngördüğü şeyler adına verilmiş örnekler konumundadır. Bu husus, ikinci maddede Kur'an bilgilerinin örnekler olduğuna ilişkin olarak sözünü ettiğimiz husustan farklıdır. Biz bu konuyu yukarıda gerekli biçimde açıkladık. [İkinci maddede Kur'an bilgilerinin teviliyle yönelik örnekler olduğu, burada ise Kur'an'daki açıklamalarında bilgilere yönelik örnekler olduğu vurgulanıyor.]
5- Kur'an'ın muhkem ifadeler içermesi bir zorunluluk olduğu gibi müteşabih ifadeler içermesi de bir zorunluluktur.
6- Muhkem ifadeler kitabın anasıdır; müteşabih ifadelerin açıklanmak üzere bu muhkem ifadelere döndürülmeleri gerekir.
7- Muhkemlik ve benzeşmelik, çeşitli yönlere izafe edilmeleri ve çeşitli yönlerden ayrı olarak algılanmaları mümkün olan sıfatlardır. Bunun anlamı şudur: Herhangi bir ayet, bir açıdan muhkem, bir başka açıdan da müteşabih olabilir. Sözgelimi, bir ayete izafe edilerek değerlendirildiğinde muhkem, bir başka ayetle birlikte düşünüldüğünde de müteşabih niteliğini kazanabilir. Kur'an'da mutlak anlamda müteşa-bihin somut bir karşılığı yoktur ve mutlak olarak muhkemin bulunmasına da herhangi bir engel söz konusu değildir.
8- Kur'an'ın bir kısmının diğer bir kısmını tefsir etmesi, bir zorun-luktur.
9- Kur'an'ın çeşitli anlam dereceleri vardır. Burada uzanıp giden bir derecelenme söz konusudur. Dolayısıyla bütün anlamsal derecelenmeler bir alanda ve enlem halinde değildirler. Bu bakımdan bir lafzın tek kullanımda birden çok anlamda kullanılması gibi bir durum söz konusu olmamıştır. Ya da mecazi ifadelerin genelliği gibi bir kullanımdan söz edilemez. Bunları bir tek gerektiricinin değişik gerekleri olarak da görmemek gerekir. Tersine, bunlar lafzın delalet ettiği asıl anlamlardır ve sözcük insanların kavrayış düzeylerinin farklılığına göre bunların her birine uyumluluk ilkesi uyarınca delalet etmektedir

Kuranın Tekâmülü



Kuran, İslam'ın ilk yıllarında başlayarak, hat sanatı, yazı, imlâ kuralları ve irab ile yıldızlama ve süsleme açısından sürekli olarak gelişim göstermiştir.
Büyük hattatların Kuran hattının gelişiminde çok emeği olmuştur ve bunun içinde en fazla emek sarf edenlerden biri ve ilki İmam Ali'nin (a.s) ashabından olan Halid b. Ebu'l- Hiyac'dır.
O hicretin yüzüncü yılında vefat etti, güzel hattı ve yazısıyla ün salmıştı. Denildiğine göre Velid'in yardımcılarından olan Sa'd, onu Mushaf ve şiir yazması, ayrıca saraydaki gelişmeleri kaleme alması için görevlendirmiştir.
Ebu'l- Hiyac, Peygamber (s.a.a) camisinin hicretin 90. yılında son bulan onarım ve genişletme çalışmalarından sonra Ömer b. Abdülaziz'in emriyle Şems suresini altın harflerle mihraba yazan ilk kişidir.
Ömer b. Abdülaziz, Ebu'l- Hiyac'dan bu hat ile kendisi için bir Mushaf yazmasını istedi ve Ebu'l- Hiyac da çok güzel bir Mushaf yazdı.
Ömer b. Abdülaziz Mushaf'ı kabul edip bu güzel hattan dolayı tebrik etti, fakat Ebu'l- Hiyac bu emeğinin karşılığında yüksek bir tutar isteyince Ömer b. Abdülaziz ödeme yapmaktan kaçındı ve Mushaf'ı kendisine geri verdi.
Muhammed b. İshak (İbn-i Nedim) diyor ki: "Ali'nin (a.s) ashabından olan Halid b. Ebi'l- Hiyac'ın hattıyla yazılmış olan Mushaf'ı gördüm. Bu Mushaf İbn-i Ba'ra diye bilinen Muhammed b. Hüseyin'in tarihi el yazmaları koleksiyonundaydı.Ondan sonra bu Mushaf Abdullah b. Haniye ulaştı."
Hattatlar hicrî üçüncü yüzyılın sonlarına kadar Küfe hattıyla Mushafları yazdılar, ama dördüncü yüzyılın başlarında güzel Nash hattıyla yazmaya başladılar. Nash hattıyla ilk Mushaf, meşhur hattat Muhammed b. Hüseyin tarafından yazıldı.
O hem Süls hem de Nash hattıyla yazan ilk kişidir. Geometride de uzman olan Muhammed b. Hüseyin harf şekillerinde geometrik değişiklikler yaptı ve yeni kanun ve kuralları Arapçaya yerleştirip İslamî hattı büyük ölçüde güzelleştirdi.
İslam dünyasına bugüne kadar onun gibi usta bir hattat gelmemiştir. Ondan, geriye bazı el yazmaları ve Mushaf'ı şerif kalmıştır ve Afganistan'ın Herat şehrindeki müzede korunmaktadır. Onun iki defa Kuran'ı yazdığı söyleniyor.
Arap Nash hattı hicrî yedinci asırda Yakut b. Abdullah Musuli'nin (ö: 689.h) eliyle gelişiminin doruğuna ulaştı ve kendi güzel hattıyla yedi tane Mushaf yazdı ve diğer kâtipler için örnek oldu.
Hicrî on birinci yüzyıla kadar tüm Mushaflar Musuli'nin hattı örnek alınarak yazıldı. Hicrî on birinci yüzyılın başlarında Sultan Selim'in Mısır'ı almasından sonra Osmanlı Türkleri İslamî Arap hattına büyük katkılar sağladılar.
Osmanlı imparatorluğunda görev yapan Fars hattatlar İslamî-Arap hattının gelişmesi için çokça çalışmalarda bulundular, Sultan Selim tüm ressamları, hattatları ve sanatkârları Osmanlı başkentinde topladı.
Bunlar Ruki hattı, Divan hattı, Tuğra hattı ve İslamboli hattı gibi yeni hat çeşitleri icad etti, bu hat sanatları günümüzde hala kullanılmaktadırlar.

KUR'AN VE SEMÂVÎ KİTAPLAR

Semâvî Kitapların İniş Felsefesi

Biz inanıyoruz ki: İnsanoğlunun hidayeti bulup doğru yola yönelmesi için Allah Teâla nice mushaf ve kitaplar göndermiş; bu cümleden olmak üzere Hz. Nuh'la (a.s) İbrahim'e (a.s) mushaflarını, Hz. Musa'ya (a.s) Tevrat'ı, Hz. İsa'ya (a.s) İncil'i ve Hz. Resul-i Ekrem efendimize (s.a.a) de Kur'an-ı Kerim'i nazil etmiştir. Bu kitaplar ve bu peygamberler gönderilmemiş olsa, insanlar Allah'ı tanıma ve O'na ibadette bulunma hususunda türlü hatalara kapılacak; takva, ahlâk, eğitim ve terbiye prensipleriyle; ihtiyacı olan sosyal kural ve prensiplerden uzak düşmüş olacaktı ki bu da insanlığın felaketi demekti.
Bu semâvi kitaplar, tıpkı rahmet bulutları gibi insanların gönül tarlasına yağarak takva, dürüstlük, Allah aşkı, ahlâk, ilim ve hikmet tohumlarının yeşerip, boy atmasına neden oldular:
Peygamber, kendisine Rabbinden indirilene iman etti, müminler de. (Müminlerin) Tümü, Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına ve Peygamberlerine inandı.[1]
Her ne kadar zaman aşımında ve cahillerle ehil olmayanların yersiz ve zararlı müdaheleleri sonucu, semâvî kitapların çoğu tahrif edilip, asıl ve orjinal hallerinden koparılarak batıl düşüncelerle kirletildiyse de, son kitap olan Kur'an-ı Kerim, ileride belgelerini de belirteceğimiz üzere bu tür tehlikelerden özel olarak korunmuş ve Allah Teâla'nın takdiriyle zerrece değişime uğramaksızın bütün asırlar ve bütün çağlara aydınlık saçan sönmez bir güneş misali parlamayı sürdürmüştür:
Size Allah'tan bir nur ve apaçık bir kitap geldi. Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır.[2]
Kur'an, İslam Peygamberi'nin (s.a.a) En Üstün Mucizesi

Biz inanıyoruz ki: Kur'an, Hz. Resulullah efendimizin (s.a.a) en önemli mucizesidir. Sadece fesahat ve belagatte bir edebiyat şaheseri olup kolay anlaşılır, akıcı ve çok cazip bir beyan tarzı taşıması değil, akaid ve kelam kitaplarında tafsilatıyla geçen daha birçok özelliği nedeniyle de Kur'an nice mucizeleri kapsayan istisna bir kitaptır.
Bu nedenle de şuna inanmaktayız: Kimse Kur'an'ın bir benzerini, hatta ondaki surelerden birinin bir benzerini getirmeye kâdir değildir. Kur'an, kendisinden şüpheye kapılanlara bunu defalarca meydan okumakta ve onlara bu hakikati sürekli hatırlatarak şöyle buyurmaktadır: De ki eğer bütün insanlarla periler (cin ve ins) bu Kur'an'ın bir benzerini getirmek üzere toplansa (onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile) onun bir benzerini getiremezler.[3]
Eğer kulumuza (Hz. Peygamber'e (s.a.a), indirdiğimizden (Kur'an'dan) şüphedeyseniz, (en azından) ona benzer bir sure getirin ve eğer doğru sözlüler iseniz Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) da çağırın.[4] Keza zaman geçtikçe Kur'an'ın eskimeyeceğine, hatta onun şaşırtıcı özelliklerinin zamanla da net bir şekilde anlaşılıp, ortaya çıkacağına ve insanların Kur'an'ın büyüklük ve azametini daha iyi anlayacağına inanmaktayız.
İmam Sadık (a.s) hazretlerinden ulaşan bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
Yüce Allah Teâla, Kur'an'ı belli bir zaman veya belli bir kesim için göndermiş değildir; bu nedenle de her zaman yepyeni ve kıyamete değin her kesim için taptazedir o.[5]

KUR'AN VE SEMÂVÎ KİTAPLAR

Kur'an'ın Tahrif Olmayışı

Biz inanıyoruz ki: Bugün dünya Müslümanlarının elinde bulunan Kur'an, Hz. Resulullah'a (s.a.a) nazil olan Kur'an'ın ta kendisi olup, zerrece ekleme veya eksiltmeye uğramamıştır.
Nazil olduğu ilk günlerden itibaren vahy katipleri bütün ayetleri yazmış, bütün Müslümanlar bunları gece gündüz okumakla görevlendirilmiş ve günlük beş vakit namazlarda tekrarlamışlardır. Yine kalabalık bir hafızlar grubu bütün ayetleri muntazam bir şekilde ezberlemekte, Kur'an hafız ve kaarileri (okuyanları) Müslüman topluluklar arasında özel bir itibar ve prestij görmekteydiler ki, bu durum bugün de geçerliliğini korumaktadır.
Bütün bunlar ve daha sayamadığımız nice tedbir ve etkenler, Kur'an'ın zerrece tahrife uğramaksızın olduğu gibi günümüze kadar ulaşmasını sağlamıştır.
Bunlar bir yana, Alah Teâla hazretleri Kur'an'ı kıyamete değin bizzat koruyacağını vaadetmiştir ki, bu garantiden sonra Kur'an'da zerrece tahrif yaratmaya hiçbir gücün muktedir olamayacağı apaçık ortadadır:
Hiç şüphesiz Kur'an'ı biz indirdik ve O'nu kesinlikle koruyacak olan da biziz![6]
İster Şia, ister sünni olsun bütün büyük İslam alimleri, Kur'an'ın zerrece tahrife uğramadan korunmuş olduğuna ve kıyamete kadar da böyle kalacağına inanırlar. Her iki grup arasında oldukça azınlık denilebilecek bir kesim birtakım uyduruk tahrif rivayetlerine kanmış, ancak her iki grubun da bilinçli ve aydın uleması bunun çirkin ve asılsız bir karalama olduğunu, bu tür rivayetlerin kesinlikle uydurulduğunu ya da bu rivayetlerdeki söz konusu tahrifin, ayetlerle ilgili olarak yapılan yanlış yorumlama ve tefsire yönelik olduğunu veyahut Kur'an'ın açıklamasıyla ilgili tabirlerin Kur'an'ın orjinal metni olarak algılanmasının birer örnekleri olduğunu sürekli hatırlatmışlardır. (Bu noktaya bilhassa dikkat edilmelidir.)
Şiâ ve sünni kesimin büyük alimleri tarafından sarahatle reddedilmiş olan Kur'an'ın tahrifi, iddiası hangi kesim ve kim tarafından gelirse gelsin gerçekte Kur'an'a bir saldırı sayılmakta ve o kesimlerin de içinde bulunduğu bütün bir İslam ümmetine zarar vermekte ve bu tür kör taassuplar o yüce Kitab'ı sorular altında bırakarak Allah'ın dinine düşman olanların değirmenine su döküp, neticede onların ekmeğine yağ sürmekten başka hiçbir işe yaramamaktadır.
Hz. Peygamber (s.a.a) döneminden itibaren Kur'an'ın derlenmesi ve toplanmasında gösterilen fevkalâde ihtimam, Kitab'ın korunması, telaveti, nüsha yazımları ve özellikle ilk günden itibaren görevlendirilen vahy katiplerinin vazifesi gözönünde bulundurulacak olursa, Kur'an'ın tahrifinin gerçekten niçin imkansız olduğu kolayca anlaşılmış olur.
Aynı şekilde, bugünkü maruf ve bilinen Kur'an'dan başka bir Kur'an'ın varlığı da sözkonusu değildir. Bunun nedeni gayet açık olup incelenmesi herkesçe mümkündür, çünkü bugün hemen hemen her Müslümanın evinde, işyerinde, kütüphanelerde ve bütün camilerde en azından bir Kur'an vardır. Hatta asırlar önce yazılmış olan elyazması Kur'an'lar da bugün müzelerde ihtimamla korunmaktadır. Bütün bunlardan da anlaşılacağı üzere, meselâ bizim ülkemizdeki bütün Kur'an'larla diğer İslam ülkelerindeki bütün Kur'an'lar harfiyen aynı ve birdir. Geçmişte inceleme imkânları bunca kolay değildiyse de bugün yapılacak basit bir incelemeyle bu tür yakışıksız iftiraların aslı astarı olmadığını kolaylıkla anlamak mümkündür.
Kullarıma müjde ver, ki onlar sözü işitirler ve en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini hidayete eriştirdikleridir ve onlar temiz akıl sahipleridir.[7]
Bugün bizim dinî-ilmiye medreselerimizde, Kur'an bilimleri çok yaygın ve geniş bir şekilde öğretilmektedir. Bu derslerde öğretilen temel mevzulardan biri de Kur'an'ın zerrece tahrif edilmediği ve esasen edilemeyeceğidir.

SÜNNETİN KAYNAĞI KUR'ANDIR

Biz inanıyoruz ki: Hiç kimse Bize Allah'ın kitabı yeter! diyerek Kur'an hakikatlerini açıklaması ve tefsiriyle nasıh ve mensuh ayetlerini, genel ve özel nitelikli hitaplarını ve yine dinin usul ve furuunu kavrayışla ilgili peygamber sünneti ve hadislerini bir kenara itemez. Zira Kur'an-ı Kerim gayet net bir dille Hz. Resulullah'ın (s.a.a) söz ve amellerinin Müslümanlar için hüccet (kesin delil) olduğunu belirtmiş ve o hazretin sünnetinin, İslam'ın anlaşılması ve İslam hükümlerinin belirlenip, ortaya çıkmasını sağlayan bir kaynak olduğunu vurgulayarak Haşr suresinin 7. ayetinde şöyle buyurmuştur: Peygamber size ne (emir) verirse alın (emre uyun ve uygulayın). Sizi neden sakındırırsa artık ondan sakının ve Allah'tan korkun.
Ahzab suresi 36. ayette açıkça şöyle buyrulmaktadır: Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, mümin olan bir erkek ve mümin olan bir kadın için kendi işlerinde seçim hakları yoktur. Kim Allah'a ve Resulü'ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapıtmıştır.
Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) mübarek sünnetine önem vermeyenler, gerçekte bizzat Kur'an'a önem vermemektedirler. Ancak, Hz. Resulullah'ın (s.a.a) sünneti de elbette muteber ve güvenilir yollarla belirlenmiş olmalıdır; o hazretin buyurduğu iddia edilen her sözün, hiçbir inceleme ve araştırmaya tabi tutulmaksızın hemen kabul edilemeyeceği de apaçık ortadadır.
Hz. Ali'nin (a.s) şu buyruğu bu konuya yeterince açıklık getirici niteliktedir: Henüz Hz. Resulullah'ın (s.a.a) hayatta bulunduğu günlerde, o hazrete nice yalanlar isnad ettiler, o kadar ki, hazret bu hususta bir hutbe okumak zorunda kalarak Bana, bilerek yalan isnad edenler, ateşteki yerlerine hazırlansınlar! buyurdular.[8]
Aynı anlama yakın bir diğer hadis de Sahih-i Buhari'de nakledilmiştir.[9]

EHL-İ BEYT İMAMLARININ SÜNNETİ

Biz inanıyoruz ki: Bizzat Hz. Resulullah'ın (saa) emretmiş olduğu üzere, Ehl-i Beyt'in (a.s) hadislerine uymak da farzdır. Zira her şeyden önce Ehl-i Sünnet ve Şia'nın muteber kitaplarının pek çoğunda bulunan ve mütevatir derecesine ulaşmış olup, bizim de burada Sahih-i Tirmizi'den nakledeceğimiz meşhur Sekaleyn Hadisinde Hz. Resulullah efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmaktadırlar: Ey insanlar! Aranızda iki emanet bırakıyorum; bu ikisine sarılırsanız asla sapmazsınız: Allah'ın Kitabı ve benim soyum olan Ehl-i Beyt'imdir bunlar![10]
İkincisi, Ehl-i Beyt (Allah'ın selamı onlara olsun) aktardıkları bütün hadisleri, cedleri Hz. Resulullah'ın (s.a.a) bizzat kendisinden nakletmiş olmalarıdır, Söylediklerimizin tamamı, babalarımız yoluyla bizzat dedemiz Hz. Resulullah'tan (s.a.a) bize ulaşmıştır. buyurmuşlardır.
Evet, Allah Teâla'nın en sevgili kulu Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) efendimiz Müslümanların geleceği ve karşılaşacakları temel sorunları ilâhî takdirle, çok iyi bildiğinden, günden güne artacak olan bu sorunların kıyamete dek yegane çözüm yollarının Kitabullah'la Ehl-i Beyt-i Resulullah'ta bulunduğunu ve insanoğlunun ancak bu ikisine sarılması halinde saadete kavuşacağını belirtmiştir.
Bu kadar önemli, nitelikçe buna zengin ve sened açısından da bu kadar sağlam ve sahih bir hadis-i şerifi hafife almak ve görmezden gelebilmek mümkün müdür gerçekten?
Bu nedenledir ki sözkonusu hadis-i şerifte vurgulanan konuya, önem verilmiş olması halinde bugün akaid, tefsir ve fıkhî meselelerde Müslümanların karşı karşıya bulunduğu müşkülatların hiçbirinin varolmayacağına inanmaktayız. Bugün Müslümanların yaşadığı ana müşkülatların sırrı, bu hadis-i şerifin kaleme alınmamış ve asla önemsenmemiş olmasında gizlidir.


1- Bakara- 285
2- Maide-15-16
3- İsra- 88
4- Bakara- 23
5- Bihar'ul Envar, c:2, s:280, 44.hadis
6- Hicr -9
7- Zümer 17-18
8- Nehc-ul Belaga, 210. hutbe
9- Sahih-i Buhari, c:1, s:38, ‘Nebi'ye (s.a.a) yalan isnadında bulunma' bâbı.
10- Sahih-i Tirmizî, c:5, s:662, Menâkıb-u Ehl-i Beyt'in Nebî (s.a.a) 3786 nolu hadis.


Kontakt

Ehli beyt Alevitischer Förderver. e.V
Kölner Str. 44
60327 Frankfurt am Main
Germany

Tel.: +49 (0)69 24006960

Email: info@ehli-beyt.eu
Website: www.Ehli-beyt.eu